Sual: Almanya’da bazıları, (Avrupa İslâm diyârı değildir, dâr-ül-harbdir) diye, bazı şeyler yapıyorlar. Kanûnlara uymak, fâiz almak, sigorta yaptırmak, sakal kesmek, Cum’a kılmamak, haç takmak, yalan söylemek gibi şeyler câiz midir?
Dâr-ül-harbde de olsa, islâm bilgilerinin yaygın olduğu yerde, müslümanların çoğunun bildiği şeyleri bilmemek, öğrenmemek özür olmaz, günâh olur. Küfre sebep olan bir işi, bilerek yapmak küfür olur. Beline, zünnar denilen papaz kuşağını bağlamak, haç takınmak ve küfre mahsûs şey giymek de böyledir.
Kâfirlerin bayram günlerinde, o güne mahsûs şeylerini, onlar gibi kullanmak da küfür olur. Bunları mizâh için, başkalarını güldürmek için, şaka için kullanmak da küfre sebep olur. İ’tikâdının doğru olması fayda vermez. Fakat bunları harbde düşmana karşı, barışta zâlime karşı, hîle olarak kullanmak küfür olmaz. Peygamber efendimiz, (Harb hîledir) buyurmuştur.
Yalan da üç yerde câizdir. Biri harbdedir. Din düşmanlarından korunmak veya müslümanları korumak için yalan câizdir. (Uyûn-ül besâir, Hadîka)
Kâfir ülkede, müslümanların seçeceği imâmın, Cum’a kıldırması makbûldür. (R.Muhtâr)
Ehl-i kitâbın kesmiş olduğu hayvan, aksi sâbit olmadıkça, temiz kabûl edilir. (Eşbâh)
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: (Gayrı müslim ülkelerde, onların kanunlarına itaat etmek [karşı gelmemek] zarureti vardır. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak asla caiz değildir) [R.Muhtar kadılık bahsi]
Abdulgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:(Hükumet mubah bir işi yasak ederse, bu emre itaat vacip olur. Kendini tehlikeye atmak caiz olmaz.) [Hadika s.143]
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:(Hükumetin emrettiği her mubahı yapmak millete vacip olur.) [Berika s.91]
Bu üç eserde de görüldüğü gibi, müslüman, dünyanın neresinde olursa olsun, ister müslüman ülkelerde, ister gayr-i müslimlerin bulunduğu yerlerde, onların kanunlarına karşı gelmemeli, güzel ahlâkı ile herkese örnek olmalıdır.
Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı kazımak harâmdır. (İbni Âbidîn)
Sakal kazımak, ateşe tapanların âdetidir. Kâfirlere teşebbüh harâmdır. (Bahr, Tahtâvî)
Sakalı bir tutam uzatmak sünnettir. [Dâr-ül-harbde veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak, emr-i ma’rûf yapabilmek, müslümanlara ve İslâmiyete hizmet edebilmek, dînini, nâmûsunu koruyabilmek için sakalını kazımak câiz, hattâ lâzım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekrûhtur. Sakal sünnetine önem vermiyen kâfir olur.] (Berîka)
Dâr-ül-harbde, kâfirlerin mal, can ve ırzlarına saldırmak harâmdır. Kâfir kadınların başlarına, kollarına, bacaklarına bakmak harâmdır. Kâfirin malını almak, kalbini kırmak, müslümanın malını almaktan daha büyük günâhtır. Kâfirlerin haklarına dokunmamak, kimseyi dolandırmamak, müslümanlık îcâbıdır.
Kâfirlerden de gasb, hırsızlık gibi gayrı meşru yol ile alınan şey, mülk-i habîstir, kullanılması harâmdır, sahibi bulunmazsa, fakîrlere sadaka olarak vermek lâzımdır. Hayvan hakkı, insan hakkından, kâfirin hakkı da, hayvan hakkından daha büyük günâhtır. Başkasının malını ondan izinsiz alıp, kullanıp, zarar yapmadan yerine bırakmak da harâmdır. (Hadîka)
Gayrı müslim vatandaşlara da, dünya işleri için, dargın olmak câiz değildir. Onların da, güler yüzle, tatlı dille gönüllerini almak, incitmemek, haklarını ödemek lâzımdır.
Müslüman olsun, kâfir olsun, nerde olursa olsun, hiç bir insanın malına, canına ve ırzına, nâmûsuna dokunmak câiz değildir. Kâfir turistler, mu’âmelâtta, müslümanların hak ve hürriyetlerine mâliktir. Kendi dinlerinin îcâblarını yapmakta, ibâdetlerini yapmakta serbesttirler. İslâmiyet, kâfirlere de, bu hürriyeti vermiştir.
Müslüman, yabancıların kanûnlarına karşı gelmemeli, suç işlememelidir.
Fitne çıkmasına sebep olmamalı, hiç kimseye zulüm, işkence yapmamalıdır.
Müslümanlığın güzel ahlâkını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin islâm dînine sevgili ve saygılı olmasına sebep olmalıdır. (İslâm Ahlâkı)
Kâfire ücret ile hizmet etmek mekrûhtur. Fakat Dâr-ül-harbde câizdir. Kâfir ülkesinde, onların kanûnlarına karşı gelmemek zarûreti vardır. Hükûmet mubâhı da yasak etse, buna uymak vâcibdir. Kendini tehlikeye atmak câiz olmaz. (R.Muhtâr, Hadîka, Berîka)
Dâr-ül-harbde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan fâiz almasının câiz olduğu bütün kitâblarda yazılıdır. Dâr-ül-harbde, gayrı müslimlerin mallarını fâiz, kumar, fâsid bey’ ile almak helâldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helâl değildir. (R.Muhtâr)
İmâm-ı a’zam ve imâm-ı Muhammed, (Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında fâiz olmaz) buyurdu. (Mültekâ)
Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, fâiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının câiz olduğu, (Kudûrî, Cevhere, Vikâye, R.Muhtâr, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi mu’teber eserlerde yazılıdır. Aynı husûs Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyî fî dâril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında fâiz yoktur) hadîs-i şerîfi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızâları ile almak mubâhtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak câiz değildir. Diyânet Ansiklopedisi’nin fâiz maddesinde de böyle yazmaktadır.
Dâr-ül-harbde, yalnız kâfirlerden fâiz alan bir bankaya para yatıran bir müslümanın, bu paranın fâizini alması helâl olur. Bu bankadan ödünç para alıp fâiz verenlerin hepsi müslüman ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak harâm olur.
Bankadan para alıp fâiz verenler, müslüman ve harbî kâfir karışık ise, o bankadan alınan fâiz ve hizmet karşılığı alınan maaş mekrûh olur. Müslüman müşterîsi çok ise, harâma yakın, harbî kâfir müşterîsi çok ise, helâle yakın mekrûh olur. Meşîhat-i islâmiyyenin çıkardığı Ceride-i ilmiye kitâbının 55. sayısının 1744. sayfasında yazılı fetvâda da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan fâiz almak, şer’an helâl olur) buyuruluyor.
Sigortacı ile Dâr-ül-harbde sözleşme yapmak ve vereceği paraları almak helâl olur. (İbni Âbidîn)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmek, ya’nî bir nevi kumar oynamak da câizdir. Rûm sûresinde, (Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Hâlbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde gâlip geleceklerdir) buyurulmaktadır.
Müşriklere göre ise, bu, inanılacak şey değildi. Hâlbuki Allahü teâlânın va’di mutlaka gerçekleşecekti. Hz.Ebû Bekir, sûre-i celîlenin inişinden sonra, müşriklere, (Bu gâlibiyet, sizi sevindirmesin. Birkaç yıl sonra Roma, Farsa mutlaka gâlip gelecektir) demişti. Müşrikler, (Bu birkaç yıl ne kadar zaman) diye sordular. Üç yıl diye cevap verdi. Übeyy ibni Halef, (Yalan) diyerek, on deveye Hz.Ebû Bekir’le bahse tutuştu.Hazret-i Ebû Bekir, durumu Resûl-i ekreme haber verdikleri zaman, Peygamber efendimiz, (Birkaç yıl, 3-9 yıl arası demektir. Deve adedini çoğalt ve müddeti de uzat) buyurdu.
Hz.Ebû Bekir, Übeyy’i arayıp buldu. Übeyy, (Ne o, pişmân mı oldun) dedi. Hz.Ebû Bekir, (Hayır pişmân olmadım. Seninle bahsi artıralım. Yüz deve yapalım. Müddeti de dokuz yıla çıkaralım) dedi. Übeyy, durumdan çok emindi. Romalıların hiçbir vakit, yeniden savaş edebileceklerine ihtimâl vermediği için, (Peki yüz deve, dokuz yıl olsun) dedi.
Dokuz yıl sonra, Bedir’de Müslümanlar, müşriklere Allahın yardımı ile gâlip geldikleri sırada, Romalılar da Farslılarla, tekrar giriştikleri savaştan muzaffer olarak çıkmışlardı. Hz.Ebû Bekir bahsi kazanmıştı. Fakat develerini bizzat Übeyy’den isteyemedi. Übeyy, Uhûd’da yaralanmış ve Mekke’ye dönüşünde ölmüştü. Develeri Übeyy’in vârislerinden aldı. Bu durum müşrikleri iyiden iyiye düşündürdü. İçlerinden birçoğu, müslümanlığı kabûl etti. Böylece Kur’ân-ı kerîmin bir mu’cizesi daha meydana çıktı. (Medârik,Tibyân)
Mekke-i mükerreme, o zaman İslâm ülkesi olmadığı ve Hz.Ebû Bekir’in kazanması garanti olduğu için bu bahis işi câiz görülmüştü. Bunun için İmâm-ı a’zâm ile İmâm-ı Muhammed’e göre, ribâ ve kumar gibi şeylere âit fâsid akidler, dâr-ül-harbde, müslümanlar ile kâfirler arasında câizdir, yapılabilir. (Mülteka)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmenin câiz olduğunu gösteren bir misâl daha verelim: Meşhur bir pehlivan olan Rükâne, koyunlarının üçte birini bahse koyarak Peygamber efendimize güreş teklifinde bulundu. Resûlullah efendimiz, defalarca Rükâne’yi yenip koyunların tamamını aldı. Sonra da ihsân ederek hepsini geri verdi. Rükâne müslüman oldu. (Mebsût, Mevâhib-i ledünniyye, Şevâhid-ün-nübüvve)
Fransa’da otomobille yolun sağından, İngiltere’de solundan gitmek mecbûriyeti vardır. (Kâfir kanûnlarına uyulmaz) diye, Fransa’da yolun solundan, İngiltere’de ise yolun sağından giderek kazâ yapıp, insanların ve kendisinin ölümüne sebep olan, topluma ve kendine zarar verdiği için büyük günâha girer.
Yabancı bir ilim adamı, İslâmiyeti inceleyip müslüman olduktan sonra, Arap ülkelerine gidince, oralardaki müslümanların yanlış hareketlerini görüyor. (İyi ki sizleri görmeden müslüman oldum. Hayatınızı inceleseydim, müslüman olmazdım) diyor. Ne kadar mühim bir teşhis.
Hiçbir müslümanın, yanlış hareketlerle İslâma gölge düşürmeye hakkı yoktur.Müslüman, İslâmın güzel ahlâkı ile süslenmeli, Allaha karşı günâh, kanûnlara karşı suç işlemekten sakınmalıdır.
Avrupa’daki müslümanların işlenen kötülükleri el ile düzeltmeye kalkmaları fitne olur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Fitneden sakının, söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir) (İ. Mâce)
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece safalarında imanları gider, kâfir olarak sabaha çıkarlar. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlı olduğu için evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Dâvud]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibâdetini yapan ve kimseye zararı olmıyan insan, mümin-i kâmildir.) [Hakim]
(Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!) [Nesâî, Ebu Dâvud]
(Ne mutlu fitneye karışmayana, ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene!) [Ebu Dâvud]
(Hadiseler, fitneler, tefrika ve ihtilaflar zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup, maktül [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Fitne zamanı evinize girdikleri zaman, Âdem aleyhisselamın, [Maide suresinin 28. ayetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Dâvud, Tirmizî]
(Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu [Habil] gibi olun!) [Ebu Dâvud, Tirmizî]
Kâfirlerin kanûnlarına karşı gelmek başka şey, onlara itâ’at etmemek başka şeydir. (Hâlıka isyân olan işte, mahlûka itâ’at olmaz) hadîs-i şerîfi gereğince, Avrupa’daki patronlar, müslüman işçilere içki, zinâ gibi harâm şeyleri yapmalarını emrederse, müslümanlar, bunları yapmaz. Ancak, isyân etmek de câiz olmaz. Ana-baba da harâmı, hattâ küfrü emretse, onlara da itâ’at edilmez. Fakat isyân etmek, onları üzmek doğru olmaz. Hadîs-i şerîfte, (Emîr, “Müslümanlığı bırakmazsan, öldürürüm” derse, müslümanlığı bırakma, [kestirmek üzere] boynunu uzat) buyuruluyor. (Hâkim)