Burada şöyle bir soruyla karşılaşırız:
Kitapların durumu nasıldır? Allah'ın emri olmıyan işler ve sözler din olamıyacağına göre, kitaplarda görülen herhangi bir fikir Allah'ın emrine istinad etmediği ve yazarının şahsî düşüncesinden ibaret olduğu takdirde kabul olunmıyacak mı, yoksa kitap olduğu için içindeki her söze, dinî bir esasa dayansın-dayanmasın uyulacak mıdır?
Cevap verelim:
Allah'ın emri olmıyan iş ve sözler ister şahısların ağzından çıksın, ister tarafından yapılsın, isterse kitaplarda yazılmış olsun aslâ din olamaz ve din diye kabul edilemez. Kitabı yazan da bir insan olduğu için, yazdığı indî fikirler ancak kafasının mahsulü olabilir.
Fakat halk arasında din kitabı diye tanınan ve hatta bu bapta rağbet de gören birçok kitaplar, hakikate uymıyan düzinelerle söz ve fikirler ihtiva etmekte ve bilmiyenlerce din telâkki edilmektedir. Hattâ bu karakterde olan bazı kitaplar o kadar ileri gitmişlerdir ki; birçok uydurma sözleri hadis diye tavsif etmişlerdir. Bu sözler halk arasında da birer hadis olarak yayılmışlardır. Meselâ tarikatçıların, tarikatçılığın esaslarından biri olarak tanıdıkları "Kim nefsini tanısa Rabbını da tanımış olur" ve gûya Allah'tan naklen "Ben bir gizli define idim, tanınmak istedim, halkı yarattım, onlar da beni benimle tanıdılar" sözleri, birçok kitaplarda hadis diye yazılmakta ise de, hakikatte hadis değil uydurma sözlerdir.[1]
Bu münasebetle bir hatıramı da anlatmayı faydalı buluyorum:
Bundan birkaç yıl önce Diyarbakır'da bir kitapçı dükkânında Abdülkadir Geylanî'nin menkıbeleri hakkında yazılan Tefrihül'hâtır adlı Arapça bir kitap gördüm. Alıp okudum. Okudum ama, onu okumakla geçirdiğim zamanıma da doğrusu çok acıdım. Zira kitabın, zaman harcamaya değer bir tarafı yoktu. Hattâ diyebilirim ki içinde tek bir hakikat dahi mevcut değildi. Okuyucuları bu hususta aydınlatmak için hâtırımda kalan bir hikâyesini nakledeyim:
"Bir ihtiyar kadının oğlu ölmüş, kadın son derece üzülmüş ve oğlunun tekrar dirilmesi için Abdülkadir'e giderek tavassutunu (!) rica etmiş. Abdülkadir akşama kadar beklemesini söylemiş. Akşam ölüm meleği Azrail, Abdülkadir'in ziyaretine gelmiş, o gün dünyada ölenlerin hepsinin ruhlarını bir torbaya koymuş, torba da elinde imiş. Abdülkadir, kadının oğluna ait ruhu geri vermesini istemişse de, kabul ettirememiş. İsrar edince, Azrail elinden kurtulmak için göklere uçmuş. Buna kızan Abdülkadir de hemen peşinden uçarak onu takibe koyulmuş, nihayet uzun bir mesafe aldıktan sonra kendisine yetişmiş ve elindeki torbayı alarak fırlatmış. Bundan torbanın ağzı açılmış, bütün ruhlar çıkmış ve her biri gidip sahibinin cesedine girmiş, böylece o gün dünyada ölenlerin hepsi yeniden dirilmişler ve Azrail'in de o günkü mesaisi boşa gitmiş. Bu durumdan fazla üzülen Azrail Allah'a şikâyet etmiş, Allah da kendisine şu cevabı vermiş: O Abdülkadir'dir, her istediğini yapar, kendisine kimse karışamaz."[2]
Biz bu hikâye hakkında karar vermeyi okuyucuların takdirine bıkakıyoruz. Hakikatte Beniisrail hurafelerinde de böyle cahilane ve saçma şey yoktur. İtiraf edeyim ki; bunu nakletmekten bile hicap duydum. Lâkin kitap denilen böyle zehirli yayınlar hakkında okuyuculara bir fikir vermek için kendimi bu hicaba dayanmaya da zorladım. Şimdi düşünelim; hakikate uymasına dinen de aklen de imkân olmıyan bu herzeyi, kitapta yazıldığı için kabul etmemiz mi lâzım? Tabiî akl-ı selim sahibi bir insan bunu aslâ kabul etmez.
Şeyhlik ve tarikatçılık hakkında yazılan kitapların hemen hepsi de bu gibi hurafelerle doludur. Bu kitaplar, âyet ve hadisleri değil, şeyhlerin sözlerini ve keramet diye uydurulan yapmacık hikâyeleri ihtiva etmektedirler. Bu sebeple bunlara kati surette inanmamak gerekir. [3]