Kaynak: Zuhurat’ı Bilal-i Nadiri Cilt 5, Hacı Muhammed Hilmi Kutlubay, Takay Matbaacılık, 2.baskı, Ankara

 

  1. Hacı Muhammed Hilmi Nadir’in Tanıtımı

 

       Babam; Hacı Muhammed Bilâl Nâdir Hazretleri, Gazianteb'in islahiye kazası eski adı Erikli Belen yeni adı Kozuluk köyünde 1895 tarihinde dünyaya gelmiştir. Dedem Abdullah Efendi'nin erkek evlâdı yaşamı­yor, tekrar evleniyor. Ondan da erkek evlâdı olmuyor. En son ilk eşinden Bilâl Babam dlinyaya geliyor. Dedem Abdullah Efendi, köyün zenginlerinden ve sürü sahibi imiş. Yedi gün üst üstüne her gün bir koç kestirip mevlid okutuyor. Çocuğun hayırlı ve uğurlu olması için zamanın en meşhur âlimlerine dualar yaptırıyor. O zamanın en âlimine dedem; "Çocuğun ismini ne koyalım?" diye soruyor. O zât "Peygamberi­mizin ve Müezzin'inin ismi olsun." der ve Muhammed Bilâl koyarlar.

Babam on beş yaşlarında iken dedem vefat ediyor. Evin geçimi Babamın üzerine kalıyor. Tüccarlık, ti­caret, çerçilik ve çiftçilik gibi çeşitli mesleklerde çalışıyor. Daha sonra eline Müzekki-n-Nüfus kitabı geçiyor (Bu kitap tarikattan bahseder). Bu kitabı okuyor ve onunla amel ediyor. O kitapta "Şeyhi olmaya­nın dini tamam değildir. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." yazısını okuyunca Şeyh aramaya koyuluyor.

Aradığı vasıflara uygun bir Şeyh bulamıyor. En son Kahramanmaraş'taki Nakş-i Şeyhi Abid Efendi'den ders alıyor. Daha sonra Hûlefâ-i Kadirî'den Şeyh Hafız Ali Efendi'ye gidiyor. O da Abid Efendi gibi bü­yük zât. O zât "Ben sana ders veremem; kim sana ders veririm derse yalan söyler. Sen, Üveysî Veysel Ka-ranî'nin, Şeyhsiz yetiştiği gibi yetişeceksin. [Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem), Veysel Karam' yi hiç görmeden manen yetiştirdi. Her yüz yılda bir; aynı Veysel Karam gibi, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'in ruhani yardımı ile Müceddid yetişir. Bunlara Üveysî denir. Sende bunlardan birisin. Evine git, çalış. Allahu Teâlâ sana verecektir" diyor.

Bu arada Bilâl Babam, Şeyh Abdulkâdir Geylâni Efendimiz Hazretlerini, Nakşibend Muhammed Bahaed-dîn Efendimiz Hazretlerini ve Seyyid Ahmed-ür Rifâî Efendimiz Hazretlerini rüyasında görüyor. Şeyh Abdulkâdir Geylâni Efendimiz Hazretleri: "O Müzekki-n-Nüfus kitabında anlatılanlarla çalıştığın çok güzel, bizim üçümüz de sana yardımcıyız. Sen bu Uç tarikatın üçünden de ders verebilirsin." der ve daha bazı sözler söyler. Yine Bilâl Babam, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.'ni, Cihar-ı yar'ı, ayrıca Hz. Ali (kerremallâhu veche)'yi bir çok defalar rüyasında görüyor ve pek çok izahatlar alı­yor. Bir defasında da Şeyh Abdulkâdir Geylâni Efendimiz Hazretleri, Bilâl Babama nasıl yatacağını, nasıl uyuyacağını ve nasıl çalışacağım üzün uzadıya tarif ediyor.  

 

  1. Allah Rasulune ve meleklerine iftira (S.11)

 

          Yeni delikanlı ölmüş ve yüzünde henüz sakal bitmemiş gençlere benzemek için sakalını kazımak veya sakalı olmayanın, seyrek olanın sakalım çıksın diye sakalını kazıması. Bu da cahillik­tendir.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ueseüem), sakak seyrek olan bir adamın sakalına bakıp gülüyor. Adam, Peygamberimiz (SalLallahu aleyhi vesellemj'i sakalının azlığına güldü zannedip sakalını usturaya veriyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) adamı o vaziyette görünce bu defa ağlıyor. Adam:          

Yâ Rasülullah! Biraz evvel sakalımın azlığına bakıp güldün,  Şimdi ise sakalımın traş olmasına niçin ağlıyorsun?   deyince Pey­gamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):

-Senin sakalın azdı, seyrekti Melâikeler sakalını kapışıyorlar, bölüşüyorlardı. Ona güldüm. Traş olunca, o melâikeleri yaralanmış gördüm. Ona ağlıyorum." buyurdu. Aslında melâike onunla yara­lanmaz ama Allahü Teâlâ o sakak kazıtmanın kötü olduğunu, bir daha böyle bir şey yapılmaması gerektiğini anlatmak için Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellemj'e öyle gösterip, Peygamberimiz  (Sallallahu aleyhi vesellem) vasıtasıyla ikaz ediyor. Az, seyrek sakalı  olanın, sakalıma veya bana gülecekler diye sakal bırakmaması, kazıması o da cahilliktendir.

-                

  1. Allah Rasulune ve Hz. Ömer’in ailesine iftira (S.15)

 

        Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'in oğlu, Peygamberimiz (Sallal-lahu aleyhi vesellem)'in önüne çıkıp ağzını, gözünü eğip ters hare- ketler yapıyordu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):

-  Bu çocuk zina mahsulüdür, dedi. Hz.Ömer (radiyallâhu an-hu) bunu duyunca, ailesini sıkıştırıp çocuğun kimden olduğunu sordu. Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'in ailesi, Peygamberimiz (Sal­lallahu aleyhi vesellem)'in yanına gelip:

- Yâ Rasûlullah! Ben hiç bir yabancı erkekle görüşmedim. Sen böyle demişsin. Sen, benim hâlimi biliyorsun, demesi üzerine Pey­gamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):

- Yâ Ömer! Kadının hiç bir kabahati yok. Sen cehalet devrinde iken bıyıkların uzamış, ağzının içine girmişti. Bu şekilde çok uzun müddet yedin-içtin, yaşadın. Bunlardan aldığın güç, kuvvetle ailen ile birleştin. Ondan da bu çocuk oldu. Onun için zinadandır, dedim buyurdu.

 

  1. “Halkı etkilemek ve kendinin veli olduğunu yaymak için cin ile görüştüm.” Yalanı (S.34)

 

        Kahramanmaraş ili Türkoglu ilçesine bağlı Şekeroba köyünün  yukarı dağ tarafında en yüksek yerinde bir yayla var. İsmi Elmacık yaylasıdır. Yaylaya ihvanlardan bazıları çıkıyor. Bilâl Babam da ova (sehil) engin yerde oturduğu için yaylaya çıkanlarla beraber yaylaya çıkıyordu. Bilâl Babam buyurdu ki:

- Bir gün yaylada otururken gece beni çağıran oldu. Evden dı­şarı çıktım. Evin yakınında karşımda açıktan cinliler taifesini gör­düm. Üç tane idi. Padişah ve iki büyükleri yanıma doğru geldiler, bana:                 

- Seninle konuşacağımız var surdaki bizim cinleri görüyor mu­sun? dediler. Bilâl Babam:

- Görüyorum, dedim. Onlarda hep ağlıyordu. Padişahları:

- Bunlar niçin ağlıyorlar biliyor musun? dedi. Bilâl Babam:

- Bilmiyorum, dedim. Padişahları:

- Bizimkiler bir adamı çalıyor, çarpıyor, O insan cinleniyor, sa­na getiriyorlar. Sen okuyorsun, bizimkiler onun vücudundan ayrıla­mıyor. O insanın iyi olması için bizimkinin onun vücudunda ölme­si lazım. Bizimki ölüyor, adam iyileşiyor. Şu gördüğün ağlayanların her birisinin kardeşi, babası, dayısı, amcası ölmüş ona ağlıyorlar. Sen bundan sonra okuma dediler. Ben dedim ki:

-  Sizinkiler bizimkileri niçin çarpıyorlar? Onlar:

-  Ulu ağaçların, sarp kayaların dipleri, sazlık, dere kenarları bizim evimizdir. Sizinkiler geliyor, bizim evlerin üzerine tuvalete oturuyorlar. Büyükler kaçıyor, çocuklar kaçamıyor. Bizimkiler de on-lan çarpıyorlar. Yoksa durup durduğu yerde çarpmıyorlar. Ben de­dim ki:

- Dünya yüzü geniş, siz insanoğlunun olmadığı başka vadilere gidin. Bizimkiler sizinkileri görmüyorlar, Görseler, yaklaşmazlardı. Siz görüyorsunuz niçin kaçmıyorsunuz? Onlar dedi ki:

-  Burası bizim başkentimiz (payi tahtımız)'dır. Burayı terk e-dip hiç bir yere gidemeyiz. Sen bundan sonra kimseye okuma dedi­ler. Ben:

-  Siz çarpmayın, ben de okumayayım, yoksa okurum, dedim. Onlar da bana:

-  Öyleyse biz sana yapacağımızı biliriz, dediler. Bilâl Babam:

-  Bana hiç bir şey yapamazsınız, dedim. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'deki bazı âyetleri,  Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)' in hadis-i şeriflerinde buyurduğu duaları okumamla, cinlilerin ba­na yaklaşamayacağını ve hiç bir ziyan getirmeyeceğini çok iyi bili­yordum. Ben yaklaşınca onlar kaçıyorlardı. Bana:

- Gelme dur. ağzından çıkan nur bizi yakıyor, dediler. Ben onlara:

 

  1. Halkı etkilemek için cinler adına yalan söylüyor. (S.35)

 

         - Siz bana hiç bir şey yapamazsınız, dedim. Onlar:      

          - Sihirde mi yapamayız? dediler. Ben:

      -  Sihirde yapamazsınız? dedim. Amma sihri münafıklar. Pey­gamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e karşı da yapıp. O'nu hastalandırmışlardı. O aklıma geldi. O günden itibaren Cinliler rüzgârı sinirlemeye başladılar. Tuvalet "uzakta idi. Tuvalete gidince tuvale­tin içini sinirlediklerini anladım. Ben hastalandım, yatağa düştüm. Namazı oturduğum yerde kılıyordum, gittikçe rahatsızlığım artıyor­du. Rüzgâr da burnuma çok pis kokuyordu. Halbuki yayladayız. En temiz rüzgâr yaylada eser. Yayladan ovaya geldim. Rüzgar kesildi, pis koku gitti. Hastalığım geçti, sıhhatim iyi oldu. Geldiğim gün na­mazı ayakta kıldım,

 

  1. Muhammed b. Vasi’nin şeytanla karşı karşıya konuşması yalanı (S.35-36)

 

Muhammedi b. Vasi her sabah namazını müteakıb şöyle dua ederdi: .

"Allah'ım! sen bize bir düşman musallat ettin ki, o ve maiyyeti bizim kusurlarımızı görür, fakat biz onu göremeyiz. Allah'ım! Onu rahmetinden mahrum ettiğin gibi bizden de mahrum et; afvından ümidini kestirdiğin gibi, bizden de ümidini kestir, rahmetinle onun arasını uzaklaştırdığın gibi, bizimle de onun arasını uzaklaştır. Zi­ra muhakkak ki, senin gücün her şeye yeter, sen her şeye kadirsin."

Bu zat birgün mescide giderken şeytan karşısına çıktı ve:        

        - Beni tanıdınız mı? diye sordu.                                                      

       - Hayır, bilemedim kimsiniz? dedi. îblis:                                      

      - Ben iblisim, deyince Muhammed:                                          

  - Ne istivorsun? dive sordu. İblis:

                               

- Senden ricam şu istiâzeni (Allahu Teâlâ'ya sığınmanı) başka-' sına öğretme. Ben de bunun karşılığı olarak sana dokunmam, dedi.

Muhammed b. Vasi

:

- Yemin ederim ki; Ben bunu herkese öğretirim., sen de elinden geleni yap, dedi.

Hasan-ı Basri mürsel olarak şöyle rivayet ediyor:

-  Bana haber verildi ki; "Burgun Cebrail (Aleyhis-selâm), Ra-sûl-i Ekrem'e geldi ve şöyle dedi:

-  Cinlerden bir ifrit sana hile etmek istiyor. Yatağına girdiğin' zaman Ayet'el-Kürsi'yi oku."  

(Aşağıdaki yazı Mir'ât-ı Kâinat, Cild 1, s.428-430'dan alınmış­tır.)

                                      '                                   

Cinlerin Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e gelmesi: Cin taifesi Rasûlullah'a üç kere gelmiştir.

1- Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in Peygamberliği­nin başlangıcında cinler ve şeytanlar göğe çıkmaktan men olunduk­larında sebebi nedir? diye şeytanın öğretmesiyle hepsi bütün dünya­yı gezip, ararken Nusaybin cinlerinden yedi veya dokuz cin (ki birisi cinlerin beyi Zevbe'a idi.) Mekke etrafında Nahle vadisinde, Rasûlul-lah'ı ashâbıyla sabah namazında görüp, Kur'ân-ı Kerim, dinlediler. Göğe çıkmaktan men olunmamıza sebep; ancak bu Peygamberin zu­hurudur deyip, vilâyetlerine vardıklarında diğer cinleri uzun nasi-hatiarla imana davet ettiler. Allahu Teâlâ bu hâli Rasûl'üne, (Cin Sûresi) evvelinde tamamen bildirdi.

2- Rasülullah, nübüvvetin onuncu senesinde Taif ten Mekke'­ye gelirken, yine Nahle vadisinde, teheccüd namazını kıldı. Cin sü­resini sesli olarak okurken, yine yedi cin uğrayıp, Kur'ân-ı Kerim dinleyip, vilâyetlerine gidip diğer cinleri Rasûlullah'a uymaya çağır­dılar. Allahu Teâlâ, Ahkâf Sûresinde Rasûl'üne bunu haber veri­yor.                                  

 

  1. Hacc’dan Cebel’in Turda erkekler karşı karşıya oynayanları kınadığı için hastalandığı iddiası (S.121)

 

            Birgün Hacc'da Cebeli'n-Nur'a (Hıra, Nur dağına) gidiyorduk. Dağın dibinden başına kadar ziyaretçi vardı. Hepsi dağa tırmanıyor. Biz de aynı dağa tırmanmağa devam ediyorduk. Bir yere geldik. A-raplar, hepsi erkek karşılıklı oynuyorlar. Bunları bana gösterdiler ve

- Şunlara bak, karşı karşıya geçmişler oynuyorlar. Peygamberi­miz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e sevgiden aşk ile oynuyorlar. Bu oynayanlar hakkında ne dersin? dediler. Ben biraz baktım, düşün­düm. Kendi kendime yanımdakilerin duyacağı şekilde:

- Canım sende! Burayı ziyarete huzurla gelmeleri lazım. Güya Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellemj'e hürmet, saygı gösteri­yorlar. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e hürmet, saygı, huzur rabıta, dua ile olur, oyunla olmaz, dedim. Gerçi arapça söy-üyorlar, anlamıyoruz ama Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel-lem)'i övüp söyledikleri belli idi. Oturduğum taştan kalktım, yine dağa tırmanacaktım. İlk adımımı atarken sanki beni kasıtlı olarak yüzü üstü düşmem için çok kuvvetli olarak yere çarpan oldu. Yerde f«n aklıma geldi, yanımdakilere çağırdım.

-  Ben yanılmışım, bunlar Rasûlullah'ı sevsinler, övsünler de nasıl yaparlarsa yapsınlar karışmamak lazımmış. Siz, biz, hepimiz bundan sonra her gördüğümüzü haklı, doğru, hikmetli bileceğiz. Bizim  bilmediğimiz,aklımızın yetmediği yerler var, dedim ve tekrar yola devam ettim.

 

  1. Beyazıd-i Bestami’nin şahsında Allah’a iftira (S.122)

 

       Bayazıd-ı Bestami Hz., bir köprü üzerinden geçiyor, Köprü ü-zerinde çocuklar oyun oynuyorlar. Çamurdan adama benzer bir şe­kil yapmışlar: "bu Peygamberimiz," bir şekil daha yapmışlar "bu Ha­tice Validemiz. Biz, bunların düğününü yapıyoruz" diye çocuklar köprü üzerinde oyun oynuyorlar. Bayazıd-ı Bestami Hz. bunlara bakıp; çocuklara: "Bizim dinimizde put haramdır. Peygamberimizi, Hz. Hatice validemizi böyle put yapıp oynamayın, başka oyun oyna- yın" diye çamur putları, asasının burnu ile vurup suya düşürüyor. Çocuklar dağılıyorlar. Bayazıd-ı Bestami Hazretlerinin o gece rüya­sında mahşer kurulmuş, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına gelmek istiyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) kendisine yüz vermiyor:                                                         

- Ya Rasûlullah! Benim ne kabahatim var? deyince Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) :

- Çocuklar, benim sevgimi aşılayan oyunu beni severekten oy­nuyorlardı. Şimdi her birisi ayn yerlerde ahlaksızlığa alışacaklar. Sen; benim sevgimi çocuklara aşıla da ne ile aşılarsan aşıla diyor. Bayazıd-ı Bestami Hz. uyanınca köprü başına gidiyor. Çocuklar, köprü başında yok. Oradan geçen adamlara:                                 

-  Her zaman burada oyun oynayan çocuklar nerede oynuyor­lar? deyince:

- Burayı terk ettiler. Senden de korktular, bilmiyorum, der. Yi­ne soruyor: -

- Evlerini biliyor musun? O zât çocukların evlerini tarif ediyor.. Çocukların evlerine gelip, annesinden, babasından çocukları çağır-üyor. Çocukları alıp köprü başına gidiyor. Kendi eliyle çamurdan adama benzer bir şekil yapıp:

- Bu Peygamberimiz, (yine bir şekil yapıp) bu da Hatice Vali- demiz. Biz bunları evlendireceğiz ve düğünlerini yapacağız diyor. O gün akşama kadar hem çocuklar oynuyor, hem de kendi oyun oynu­yor. Çocuklara da:

- İşte her zaman bu oyunu oynayacaksınız, diyor. Eve gelip ya-üyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i rüyasında görü-yor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), kendini bağrına basıp; "İşte şimdi senden memnun oldum. Benim sevgimi o çocuk­lara aşıla" buyurdu. O çocuklar büyürse İslâm dininde putun yasak olduğunu her âlim söyler, ikna eder ama o sevgiyi başka çeşit aşılayamaz.

 

  1. İşte cahil şeyh ve cahil fakih şeytanın maskarasıdır.(S.122-123)

 

       Biz Hacc da iken Kabenin avlusunun içinde yatıp, uyuyup sonra uyanıp abdest almadan namaz kılanları gördük. Bilâl Babam da zamanında bunlar hakkında şöyle buyurdu:

Bir çiftçi harmanda buğday dökülü olan yerde namaz kılabi­lir, başkası kılamaz. Değirmende, değirmenci namaz kılabilir, baş-. kası kılamaz. O Kabe'de onlar değirmenci, çiftçi gibi olup namaz ki-lan, biz de kılamayan gibiyiz. Onun için orda gördüklerinize kafanız takılmasın, buyurdu. Bende aynı sözleri arkadaşlarıma tekrarladım. Allahu Teâlâ'nın tekdir ile bu gibi bildirme hali dervişte de olmalıdır. Bizim gayemiz her zaman, her daim. Allahu Teâlâ tara­fından ilim ve fütuhat gelen bir kalbe sahip olmaktır.

Hadis-i Şerif: "Mü'minln firasetinden sakınınız, çünkü onlar jülan'ın nuru ile bakarlar."

işte o flraset, o bakma, o hal mûridte de olmalıdır.

Namazda olduğun zaman Allahu Teâlâ insanın yüzüne tecelli eder. Bu açıdan olarak âlimin yüzüne bakmak ibadettir. Yüz sı-jatullahtir., Allahu Teâlâ'nın sıfatlarından biriside insanın yüzüdür. .Yüze vurmayın. Allahu Teâlâ Hadîs-i Kudsi'de: "Ben bir kulumu »eversem onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli yü­rüyen ayağı ben olurum." buyuruyor

-Âlimde ilim Vardır, ilim sıfatullahtır,Allahu Teâlâ'nın sıfatla-nndandır. Âlimde de Allahu Teâlâ'nın "gören gözü ben olurum" de­diği vardır. Yüz sıfatullahür, âlimde o yüz vardır. Onun için vaaz e-den âlimin yüzüne bakar, ondan kendine tecelli gelir. Kendinde ki tecelli âlime vurur. Âlimin ilmi artar. Allahu Teâlâ âlime hiç bilme­diği ilmi doğru, haklı, gerçek olarak bildirir, âlim de söyler. Namaz­dan sonra imam arkasını kıbleye yönünü cemaata döner. Halbuki arkasını kıbleye dönüp oturmak mahzurludur. Âlimde o sıfat, o yüz, o göz vardır. Cemaatın duası âlimin yüzü, gözü hürmetine kabul olur.

 

 

  1. Behlül’ün şahsında Allah’a iftira ediliyor. (S.201)

 

       Pehlül Dâne Hz. kardeşi padişahtı. Cum'a namazını kıldıra-Teala, düğün yaptıracaktı.. Padişah; Gelen seymenci, onbinlerce at, o atları nereye bağlatacağım, nasıl yapacağım diye düşünürken kamet oluyor. Allahu Ekber diye namaza başlıyor. Dili âyet okuyor, kalbi atları, seymenleri nereye yerleştireceğiz diye düşünüyor. Pehlül Dâ­ne, padişahın önüne geçip eline mendil alıp oynamaya başlıyor. Pa­dişah namazı bozuyor. Pehlül Dâne'ye:

- Ne yapıyorsun? der. Pehlül Kardeşine:

-  Sen düğün yaptırdın, bende oynuyorum. Padişah:

-  Gerçekten benim aklımdaki buydu, öyleyse Pehlül halka na­mazı sen kıldır, diyor. Pehlül'ü zorla imam yaptılar. Bu hale cema­atin gülmesi bitmiyordu. Pehlül "Allahu Ekber" dedi, namaza dur­du. Sağına soluna selam verdi arkadakilere dönüp:

-  Kalbinizi tam tutun namaz kılıyoruz. Şimdi her şeyi unutun huzurla namaz kılalım. Yine "Allahu Ekber" dedi. Biraz durduktan sonra yine arkasına döndü, aynı sözlerini tekrarladı. Üçüncü defa " Allahu Ekber" deyip namazı kıldırdı. Namazdan çıkınca, iki defa namaza başlayıp tekrar bırakmasının sebebini sordular. Dedi ki:

-  Ben iki sefer "Allahu Ekber" dedim, namaza durdum, Kabe'yi . göremedim. Kabe'yi görmeden kıldığım namazı ben namaz saymıyorum. Üçüncü defa "Allahu Ekber" deyince Kabe'yi gördüm, namazıyla tamamladım.

 

  1. O şahıs Allah’ın velisi değil, şeytanın velisidir. (S.201)

 

           Evliyaullah'tan bir zat camide namaza duruyor, o anda evinde bir yangın çıkıyor. Camiye haber veriyorlar. Cami halkı büyük bir gürültüyle yangını söndürmeye gidiyorlar. Bu zat camiden çıkmıyor namazını kılıp bitiriyor. Cami cemaati yangını söndürüyorlar. Bu zata:

- Senin evin yandı, bütün cemaat söndürmeye gitti. Sen neden gelmedin, diye sorarlar o zat:

- Ben hiçbir şey duymadım, duysam bende gelirdim, der. Hal­buki bağırma, çağırma feryad-ü figan camiden bütün millet son hız­la koşarak evi söndürmeye gidiyorlar. Bu adam duymuyor. İşte namazda huzurda olduğundan duymuyor.   

 

 

  1. Kıble-i Taynda padişahın mimara Mekke’yi göstermesi yalanı (S.203)

 

              İstanbul'da bir padişah cami yaptırıyor. Kıble yönünün tesbitini yaparken nereye yapılacağına âlimler bir karar veremiyorlar.

Bazısı şu, bazısı da bu yön olsun diyor. Padişaha haber veriyorlar;

Padişah her iki tarafın dediğini de kabul etmeyip, kendisi bir yön gösteriyor. Bütün âlimler iddia ediyorlar ki:

-  Hayır Padişahım! Kesinlikle orası kıble değil. Bu yön olması lazım. Padişah tek kalıyor. Bunları da ikna edemeyince mimarı çağırıyor. Padişah kendisinin gösterdiği kıble yönüne dönüp, sağ aya­ğını biraz öne atıp, mimarın arkası kendine dönük olarak ayağın bastırıyor ve mimarı iki kolundan tutup, mimarın bastığı sağ ayağı m da yükselterek mimarı havaya kaldırıyor. Mimar, Kabe'yi ve Ka­be'deki hacıların tavafını görüyor. Padişah:

- Gözlerinle gördün mü? Mimar:

- Gördüm padişahım! diyor. Padişah:

- Ne benim dediğime bak, ne de bunlar n dediğine bak. Gördüğün gibi yap, diyor ve öyle yapılıyor.  

 

  1. Fatih’in namazda Kabe’yi görme yalanı (S.203)

 

Sultan Muhammed Fatih, İstanbul'u alınca cemaate dönerek:      - içinizde ikindi namazının,sünnetini hiç ihmal etmeyip, geçirmeyen var mı? Varsa gelsin namazı kıldırsın, dedi. Ordunun  içinden bir tek kişi çıkmadı. En son padişah (Fatih):

-  Biz geçirmedik, dedi. Namaza durdu. Cemaate de kendisi i- mam oldu. "Allahu Ekber" dedi, duaları okumadan namazı bozdu.

 Yine ikinci bir defa aynı tekbiri aldı, namazı bozdu. Üçüncü kez tekbir aldı. Namazı kıldırdı. Namaz kılınıp bitince, dışarda Paşalar,  Kumandanlar toplanıp padişaha geldiler:

-  Padişahım! Sen vakit namazı kıldırdın, cenaze namazı gibi tekrar tekrar tekbir aldın. Buna bir mana veremedik. Ancak kendi kendimize padişah istanbul'u alınca çok heyacanlandı, namazda'

 duaları okuyamadı, yanıldı. İkinci defa yine yanıldı. Üçüncü defa  kendini toparladı ve namazı kıldırdı dedik. Gerçekten sen heyecanından mı kıldıramadın? Padişah Fatih bunlara:

 .- Ben namazda Kabe'yi görmeden kıldığım namazı namazdan saymıyorum. Hutbede imamın yanılması cemaatin içinde fikri bozuk adamIarın ve abdesti eksik .olanlar olduğundandır; buyurulduğu gibi, benim de namazda huzur tutturup Kabe'yi göremediğim yine onların yüzünden oldu. Ben huzur tutturarak kılmak istedim. Öyle tekbir aldım. Çünkü namazda, kalbine kötü şey getirenler be­nim huzurumu engelliyorlardı. Her seferinde biraz daha iyi huzur tutturmak istedim. Üçüncüsünde tam huzur tutturdum ve Kabe'yi gördüm, namaz kıldırdım.dedi.

 

  1. Cephe içerisinde Hz. Ömer’in namazdan ayrılıktan sonra dolaşıp bağırması yalanı (S.206)

 

  Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)Hz.PeygamFerimiz (Sâllâllahu aleyhi vesellem)'in arkasında cephede namaz kılarken, Peygamberi­miz (Sâllâllahu aleyhi vesellem) Kur'ân'dan okuduğu sûrede:

        - Firavun adamlarına: "Ben sizin âlâ olan rabbınız değil mi­yim?" cümlesi geçti.

(Kur'ân, o zamanın arapçasının fesih, apaçık bir lisanı olduğu için Hz. Ömer bunu anladı.) Huzuru tutturmuştu. Namazda oldu-

ğunu, cepheyi, dünyayı, âhireti hepsini unutmuş. Allahu Teâlâ ile

başbaşa idi. Firavun'un bu sözü söylemiş olması canını sıktı. Ken-

dinden tamamen geçti. Cephede olduklarından namazda silahları üzerinde idi! Belindeki kılıcı havaya kaldırdı. Avazının (sesinin) çık-

tığı kadarvar kuvvetiyle bağırarak:

--Vallahi ben o zamanda olsam, bu kılıçla onun başını keser-dim diyerek hem bağırıyor, hem saflar içinde dolaşıyordu. Peygam-berimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) de namaz kıldırıyordu Hz. Ö-mer (Radiyallahu anhu)'den o hal geçip namaz kıldığının farkında olunca kılıcını kınına koyup hemen yerine duruyor. Saf  nerde, düz-gün durma nerde kaldı? Yürüdü, gezdi, safların arasında ileri geri gitti, yerine durdu. Namaz bitince Peygamberimiz (Sallallahu. aleyhi

             - Ömer, bugün bizim namazımızı fesada verdi, dediler. Hemen

 -Bugünkü  kabul olmasına sebep. Ömer'in ken­dinden geçip Allahu Teâlâ'nın sevgisinden, korkusundan ne yaptığı-nı bilmeyip "Vallahi ben o zamanda olsam bu kılıçla onun başını keserdim" demesi, Allahu Teâlâ'nın hoşuna gitti ve yanında en mak­bul oldu, dedi.                           

 

  1. “Ahmed-ür Rufa-i sabah namazında imama uyuyor ve diğer gün sabah namazında selam veriyor.” Uydurması .(S.211)    

         

       Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz. sabah namazını kılmak için hocanın arkasına duruyor. Herkes namazı kılıp dışan çıkıyor. Cemaat elip öğle namazını kılıp gidiyorlar. Seyyid Ahmed-ür-Rifâî yine duruyor. ikindiyi, akşamı, yatsıyı kılıyorlar. Yine aynı huzurda nama­za durmuş namazı bozmuyor. Yirmi dört saat sonra cemaat sabah namazına duruyorlar. Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz. bir gün evvelki sa-bâh namazına durduğu huzur ile durmuş yine huzurdan ayrılımı yor.. İmam "Allahu Ekber" deyip namaza duruyor. "Allahu Ekber" deyip rükûya eğilince, cemaatle beraber Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz. de rükû ediyor. Secde, tahiyyat en sonunda imam selam veriyor, i-mamla beraber Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz. de selam veriyor. Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz.'ne:                                                             

- Sen dün sabah namazına durdun. Bugün sabah namazında selam verdin. Seyyid Ahmed-ür-Rifâî Hz.:                                 

-  Ben hiç farkında değilim. Ben bugün sabah namazına durdum biliyorum. Yirmidört saat geçmiş hiç haberim yok. dedi.          

 

  1. ‘Bazıları namaza “Allahü Ekber” deyip durunca Kabe’yi görür ve öyle namaz kılar.” Yalanı (S.211)

 

                    

 

  1. Kur’an okumada Hz. Peygambere, Hz. Aliye, Hz. Osman’a iftira (S.227)
  2. “Baba oğlu arkasında namaz kılamaz.” Hurafesi (S.280-282)

 

       Bilal Babam buyurdu:

-  Oğlu babasına namaz kıldıramaz. Biz:

-  Nasıl? diye sorduk.

-  Babanın evlad üzerinde hakkı fazladır, buyurdu. Bunu bazı yerlerde benimsemediler. Babama geldiler. Babam:

-  Benim söylediğimi söyleyin. Aksini iddia edenler ile münaka­şa etmeyin diye buyurdu. Babamın vefatından sonra bu söze itiraz, edenler oldu. En fazla da hocalar sordu:                          

-  Neden kıldıramaz? Oğlu âlimse, babası cahilse yine mi kıldı­ramaz? Benim gönlüm olursa neden kıldırmasın? Ben oğluma mü­saade ettim veya sebebini iyice açıkla? Neye dayanıp da kıldıramaz diyorsunuz? Allahu Teâlâ'nın emri kılmak, kıldırmak değil mi? Allahu Teâlâ'nın emri başta değil mi? diye bu sözü yanlışmış, hatalı imiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Babam:

-  Sadece benim bu sözü söylediğimi söyleyin. Sözümü dinleyen dinlesin, dinlemeyen dinlemesin, diye buyurdu. Ama bizi halimize bırakmadılar, illâ bir cevap ver, der gibi tekrar tekrar sözü bize ka­dar getirdiler. Ben hadîs-i şeriflerle cevap veriyorum. Benim söyledi­ğim sözlere ve görüşlere karşılık aksini iddia edenlerden de benim sözlerimin cevabını hadis-i şeriflerle istiyorum.

İmam olanın başta hür olması lazım. Oğlu babaya karşı hür değildir. Oğlu ne kadar âlim olsa, babası ne kadar cahil olsa baba­sı oğluna karşı üstündür. Bir su istenecek olsa babası oğluna mı, oğlu babasına mı su getirir. Oğlu ne kadar âlim olsa babası ne ka­dar cahil olsa babası; oğluna su getirmez. Tabiidir ki oğlu babasına su getirir. Oğlu hata yapsa yapmasa babasının tekdir etmede hakkı vardır. Sen oğluna niye darıldın, denilmez. Babası hatalı da olsa  oğlu babasını azarlasa oğlu suçlu sayılır. Meselâ, oğlu çok âlim ve bir yerde oturmuş binlerce kişiye vaaz ederken babası aynı yere gelse oğlu vaazı kesip ayağa kalkıp babasına yer gösterip hürmet yap ması lazımdır. Zaten bunu yapmazsa âlimliğinin bir kıymeti kal-maz."Başka ne kadar âlim gelse vaazı kesmeyebilir.

Namazda kendisinden daha âlim olana namaz kıldıramıyor. O âlime namazı kıldırması için teklif ediyor. Babası gelince vaazı terk edip babasına hürmet edip yer gösteriyor. Anlaşılıyor ki, kendinden çok daha âlim birinin gelmesi vaazı kesmesine sebep olmuyor Ba­basının gelmesi babası için ayağa kalkıp hürmet etmesine sebep o- -luyor. Bundan da anlaşılıyor ki, kendinden âlimine namaz kıldıra-mayınca babasına hiç kıldıramaması lazımdır. Cahil olan bir kimse âlimin ilmi dolayısıyla önüne geçip namaz kıldıramaz.

"Köle efendisinin önüne geçip namaz kıldıramaz." Evlat da babaya köle sayılır. Köle efendisine namaz kıldıramadığı gibi, evlat­ta babasına namaz kıldıramaz.

Buna itiraz ediyorlar, dinimizde babaya aşın derecede hürmet, saygı olması lazım. Evlat mı babasına yemek yedirir, su verir, hiz­met eder? Baba mı evladına hizmet eder? Evladı en âlim, babası en .cahil olsa, evladı babasına yemek getirir, su verir, hizmet eder.

"Babası evladına karşı peygamber gibidir." Bazısı; "Ben, oğ­luma izin verdim, önüme geçsin namaz kıldırsın" diyor. Senin "Pey­gamberimiz (Sallallah-u aleyhi vesellem)'in şu hadîs-i şerifine göre i-zin veriyorum" demen lazımdır. Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem)'in hadîsine muhalif olarak verdiğin izin geçersizdir.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi veselîemj'in hadisinin yanın­da sen kim oluyorsun ki, izin veriyorsun. "Ben köleme izin verdim, namazı kıldırsın." demeyle köle namaz kıldırabilir mi? Peygamberi­miz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifinin yanında, baba­sının: "Oğlum, önüme geçsin namaz kıldırsın" sözü ve oğlunun ilmi bu hadîs-i şerife göre hiç kalır. Babasının izin vermesine, oğlunun ilminin çokluğuna değil, üzerinde durduğumuz Peygamberimiz {Sallallahu aleyhi vesellem)'in sözüne göre kıldıramaz. Babası en cahil, oğlu en âlim olsa, oğlunun sözünü kesip, oğluna bir kaç tokatta vurabilir. Oğlu haklı, babası haksızda olsa oğluna kusura bakma, bu senin babandır denilir. Oğluna sen de babana vur, gibi sözler söylenemez. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellemj'in hadîsine  terstir. Yürürken önde babası, arkada oğlu gider, hasılı oğlunun il-mi babasına karşı sökmez (geçersizdir). Kendine karşı peygamber gi-bl olanı arkasına alıp namaz kılarsa, babasına karşı hiç saygısı ol-maz. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem}'in sözünü de hiç kıymete almamış olur.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem): "Şu adam şundan daha iyidir" derse, o kimse ona namaz kıldıramaz. "Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) senin için benden daha iyi dedi," der.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem’in iyi dediği adamı arkasına alıp önüne düşer ona imam olursa o kimse .Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in sözünü hiçe saymış olur ve hem de i-mamiyetliği caiz olmaz. Ama evlada karşı babanın duası Peygam­berlerin ümmetine karşı olan duası gibidir diyor. Nasıl olur da ken­disine karşı Peygamber gibi olanı arkasına alıp, ona namaz kıldırır veya kıldırmasına izin verir? Evlad babasına karşı hem hür değil, hem de babası kendine karşı.Peygamber gibidir.

Bir köle hür olmadığı için namaz kıldıramıyor, hem de recm'in yarısı uygulanıyor. Cariye dizden yukarı, göğüsten aşağısı kapalı di­ler yerleri açıkta olsa namaz kılabiliyor. Köle hür olmadığı için Cu-m'a namazı kendisine farz olmuyor. Evlat da babaya karşı hür de­ğildir. Hür olmadığı için babasına namaz kaldıramaz. Babası hari- cindeki herkese imamlık yapabilir. Kendine namaz kıldırma değil, o şartlar altında kendisi babasına karşı köle sayılıyor. Bizim dinimiz- de cuma namazını en hür olan cumhurbaşkanı veya padişah kıl- dırır veya o gün için yerine vekil tayin ettiği kıldırır. Vilayette en yüksek kademedeki (vali) kıldırır. Cephede, en yüksek kademede ve en hür başkumandan olduğu için o kıldırır. Kazalarda kaymakam kıldırır. Çünkü en hür bu saydıklarımız olduğu için onların olduğu yerde başkası kıldıramaz. Bir çocuk babasına karşı hür değildir, Nasıl olur da babasının,,önüne düşer namaz kıldırır..

Babasına tam saygılı olan naif evlad babasına karşı hür değil-dir. Allahu Teâlâ'nın huzurunda huzurla namaz kılacağı zaman babası aklına gelir. Veysel Karanı Hz.'nin annesinin sözüne ne kadar saygılı olduğu malumdur. Onun için o büyük dereceyi almıştır. An-nesinin sözü yerine gelsin diye aylarca yol.çekip geldiği ve hasreti olduğu sevgili Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellemj'e kavuşa- cağı zaman görmeden geri döndü. Veysel Karanı Hz.'nin annesi ve-ya babası, Veysel Karanı Hz.'nin arkasında cemaat olsa namaz kıldırır mı idi? Aylarca yol gelip Peygamberimiz (SalJallahu aleyhi vesellem)'i görmekten de vazgeçmesi, annesinin "orada eğlenme (gecik-me) geri dön" demesi üzerine, annesinin sözüne itaat etmiştir

 

  1. Maraşlı Şeyh Ömer masalı ilahi bütün dinlere iftiradır. (S.348-350)

 

Cümle namazı kıldırması için imamın hür olması lazımdır. Buladamın ifade vereceği zaman önce onun hür olmasına, tesir al­tında kalmamasına dikkat ederler, îmam da Allahu Teâlâ'ya karşı konuşup ifade verecektir. Hür olmayıp tesir altında kalırsa onun i-ladesini, namazını Allahu Teâlâ'nın kabul edip etmemesinde şüphe vardır. Onun için en üst düzeyde, hiç tesir altında kalmayıp, ser­best, hür olan kimsenin cum'a hutbesini okuması ve namazını kıl­dırması lazımdır.

Maraş'ta islâm çocuklarının dinine küfreden çocuğu boğazla-, yan Şeyh Ömer isimli zatı padişah İstanbul'a mahkemeye çağırdı. Halk tarafından çok rağbet gördü. Bu zat cum'a namazı kıldıracak­tı. Padişah kendi yerine vekil tayin etti. Kendisi de kıyafet değiştirip bir fakir adammış gibi, Şeyh Ömer'in namaz kıldırdığı camide hut­beyi dinliyordu. Kimse onun padişah olduğunu bilmiyordu, Padişah kendi kendine "Eğer beni överse kendine bir samur kürk hediye e-der, memleketine gönderirim. Beni karalar, kötülerse kendisini Kıbrıs adasına sürerim." diye aklından geçirdi. Şeyh Ömer hutbede:

-  Ey Ömer! Doğruyu söyleyip Kıbrıs'ı mı boylayacaksın, eğriyi söyleyip samur kürk mü giyeceksin. Eğriyi söyleyip samur kürkü giy­meden, doğruyu söyleyip Kıbrıs'ı boylamak daha iyidir, dedi. Padi­şah:

- Bu adam deli mi, hutbede neler söylüyor? Şeyh Ömer hutbe­de yine çağırıyor:

-   Ey Ömer! deli oldun ha! deli...

Padişah yine kalbinden "Bu adam benim kalbimden geçenleri Diliyor, bu adam Evliya mı, Veli mi? deyince; Şeyh Ömer hutbede yi­ne çağırıyor:

- Bu seferde veli "oldun Ömer haa veli veli... Sen doğruyu söy­le, zaran yok Kıbrıs'ı boyla. Zamane padişahında adalet yok, padi­şah şu şu ahlâklarını terk etmezse, şu şu görüşlerini düzeltmezse, siz de buna itaat ederseniz, Allahu Teâlâ yanında mes'ul olursu­nuz. Kendisine bunları yapmamasını, Kur'ân-ı Kerim'e tam uygun olarak hareket etmesini söyleyin. Kabul etmezse itaat etmeyin.

Padişah ikaz olmuş ayıkmıştı. Şeyh Ömer'i Kıbrıs'a sürgüne göndermeden vazgeçti. Şeyh Ömer'e:

       - Ben sana samur kürkü verip yine memleketine göndereceğim,  dedi. Şeyh Ömer, padişaha:                                                        

-  Padişahım! Sözünün eri ol, sözünden cayma vaadini yerinip getir, ben doğruyu söyledim. Sen beni Kıbrıs'a sür, dedi. Bütün ıs-radara rağmen Şeyh Ömer Kıbrıs'a sürülmesini istedi. Padişah ken-dişine bir köle, bir cariye, gereği kadarda para verdi, Kıbrıs'a gön-derdi. Kıbrıs'a gelen Şeyh Ömer'i hem müslümanlar, hem de Rum-i lar karşılamışlardı. Şeyh Ömer Maraş'lı olduğu için Kıbrıs'a geldiği ilk yere Maraş ismi verildi.

Şeyh Ömer'i Müslümanlar, Rumlar ve Hıristiyanların hepsi davet ediyorlardı. Şeyh Ömer:

-  Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'den Medi­ne'ye gelince devenin yularım üstüne attı, hangi evin kapısına çök-tüyse o eve misafir oldu. Ben de katırın yularını üstüne atıyorum. Hangi evin avlusundan içeri girerse o eve misafir olacağım, dedi. Katır gide gide papazların en büyüğünün evinin avlusuna girdi. Baş papaz çok büyük bir hürmetle kendisini misafir aldı. Akşam oldu,

i sofralar kuruldu. Sofrada papaz yemeğin içine şarap ve domuz eti l kanşürtmıştı. Onu müslümanlar biliyordu. Şeyh Ömer için: "Bu î şaraplı yemeği de yiyecek, bu şeyh tan ne hayır çıkar." diyerek ora-i dan ayrıldılar. Pek az bir müslüman kalmıştı. Sofra hazırlanıp,  buyrun denilince, Şeyh Ömer:

-  Yemek biraz beklesin, bir sohbet yapalım, dedi. Papazın üç l kızı, üç oğlu vardı. Şeyh Ömer, papaza:

- Şu kızlar kimin? diye sordu. Papaz:

- Benim kıllarım, dedi.

- Şu üç oğlan kimin? Papaz:

- Benim, dedi.

- Şu malın, servetin hepsi de senin mi? Papaz:

- Benim! Şeyh Ömer:

-  Öyleyse bu mallar başkasının çocuklarına gitmesin. Sen şu î fazlan, şu oğlanlarla evlendir, malın onlara kalsın, kendileri garip-I îik çekmez, dedi. Papaz:

-  Sen, şu kızlarınla, şu oğlanları evlendir diyorsun. Bu hangi î dinde var? Şeyh Ömer:

-  İslâm dininde yok. Sizin dininizde var. Sizin dininizce bir in-san halasım, teyzesini alabilir. Bir insan bacısını alamaz diye tncil'-

I de bir yazı yok. Niçin alamasın? Bu doğru söz karşısında papaz sü-

kût etti. Şeyh Ömer çocuklara dönüp:

- Sizin dininizde bacı-kardeş evlenmesi caizdir, gözünüzü açın sakın başka yerden evleneceğim diye bu serveti başkasına kaptırmayın

Kızlar! Oğlanlar! Sözümü iyi dinleyin, babanız ve papazların

hepsi de burada kendilerinden sorun; bir insan bacısını alamaz diye İncil’den bir yazı göstersinler, dedi.

   Kızlar ve oğlanlar, papazlara sordular. Papazların hiçbirisi en  ufak bir delil gösteremedi. Seyh Ömer has papaza hitap ederek.

      -  Sen tereddüt etme! Bu kızlarla, oğlanları muhakkak- evlen-dir. Hem kızlara, hem oğlanlara aksini yapmakla ihanet etmiş o-lursun. Hem de sizin kitabınızda yazılmayan caiz görülen şeyi men etmiş oluyorsun, dedi. Baş papaz yine:

-  Bu hangi dinde var? dedi. Şeyh Ömer:

- islâm dininde yok. Caiz olmayacağına dair emr-i İlâhi âyet ve hadis var. Eğer kızlarını oğullarına vermemek görüşünde isen islâm linine dön! dedi. Allahu Teâlâ, papazın kalbine ilham etti. Şahadet kelimesi {Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûluh; La ilahe illallah Muhammedin rasûlullah) ge­tirdi, müslüman oldu. Şeyh Ömer, baş papaza:

-  Sen islâm dinine döndün. Şu papazlara, aile efradına ve ce­maate de söyle onlarda müslüman olsunlar, dedi. Hepsi de müs-lüman olduktan sonra Şeyh Ömer, baş papaza:

-.Siz müslüman oldunuz, biz de müslümanız. Bu yemeğin i-çinde domuz eti ve şarap var. Bize haramdı, size de haram oldu. Kaldırın bunları dökün, dedi. Yemeklerin hepsi döküldü. Şeyh Ö-mer'in adamlarının tarifleri ve kontrolleri altında yeniden Islama uygun bir yemek hazırlandı. Hepsi de yemeklerini yediler. Şeyh Ö-mer dua etti, hepsi de "amin" dediler, yattılar. Sabahtan Şeyh Ö-mer ile birlikte bütün papazlar, çocukları ve yakınları hepsi birden camiye gittiler. Bir süre sonra Şeyh Ömer vefat etti. Oğlu kendisi gibi Şeyh oldu. Çok güzel kasideleri vardır. Allahu Teâlâ hepsine rahmet eylesin.(Amin)

 

  1. Müridlerin yapacağı kadri hatmi (S.383-364)

 

       Bu Kadiri Hatmi; cum'a ezanı okununca erkekler cum'a na-mazına gider. Ezan okununca kadınlar toplanır. Bu hatmi şerifi çe­kerler. Onlarda aynı cum'a namazına gitmiş sevabına ermiş olurlar. Ayrıca Bilâl Babam erkeklerin de sair zamanlarda çekmesine mü­saade etti. Erkekler cum'a namazından çıkmadan, bu hatmin de, duasının da'bitmiş olması gerekir.

Bilâl Babam bu hatmi üç çeşit yazdı. Uzun hatim, orta hatim, kısa hatim. En fazla orta hatmi uygulâtnrırdı. Uzun hatim olursa çok uzun zaman alıyor, uzun oluyor. Şimdi yazacağım orta hatim -

Aşağıda yazacaklarımızın her birisi 111 adet olarak çekilir. Bu sayının belli olabilmesi için 111 adet taş, nohut veya fasulye sayı-lır. Oradaki cemaata taksim edilir. Meselâ 25 kişi olursa 5'er taş düuşer, o hesapla çekilir. Hepsinin çektiği lll'den aşağı olmayacak, pek fazla da olmamalıdır. Yalnız 100 kişi de olsa 5'er sefer çekilebi­lir. Adam az olursa lll'i bulursa kâfidir. Adam başına kaçar "taş düşüyorsa orada bulunanlar o taşlan avucuna alırlar. Her çektikçe • avucundaki taşlardan birini diğer avucuna devreder. Meselâ Yâ Al­lah ismi şerifi cemaatın hepsinin çektiği 111 adet olacak. Yâ Rah­man yine 111 adet olacak. Böylece Allahu Teâlâ'nın 99 ism-i şerifi sonuna kadar böyle devam edecektir.

3) Çekilecekler sırası ile şöyledir:

 a-)    l kişi sesli olarak Yasin-i Şerifi sonuna kadar okur. Diğerleri dinler.       

b-)    111 adet Elem neşrah leke sûresi okunur. (Bilmeyenler i Gulhuvallahu ahad sûresini okur. Herkes elindeki taş sa­yısınca sessiz okur.)

c-}   111 defa Estağfirullah el aziym.

d-)    111 defa salâvat-ı şerife: "Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed'in ve âlâ âli Muhammed"

e-) 111 defa "Sübhanallahi velhamdülillahi velâ ilahe illallâ-hu vallâhu ekber, velâ havle velâ guvvete illâ billâhil aliy-yil aziym."

f-) 111 defa Şey'en lillâh ya Hazreti Sultan Şeyhim Seyyid Abdulkadir Geylâni.

g-) 111 defa Hasbunallâhu ve ni'mel vekil ve ni'mel mevla ve ni'men nasıyr.

h-)    111 defa Yâ Baki entel Baki.

i-)     111 defa Yâ Ğavs agisniy bi iznülah.

j-)     111 defa Yâ Hazreti Muhiddiyn müşkül-i Küşadi bil hayr.

 

  1. Yakup ve Yusuf (a.s)’a iftira ve şeyhin müridi kurtarması yalanı (S.502-503)

 

Tarikatta ders çekme çok mühimdir. Derler ki; şeyhim diye ders tarif etme kolay, mekirden mürid kurtarmak zordur. Mürid, şeyhinden izinsiz dersini arttınp çekerse veya izinsiz başka esmalar okursa, şeyhi tam kamil Şeyh olmayıp müridi mekirden kurtara-mazsa mürid mekre düşer. Kendine sıkıntı gelir, deli gibi olur. :Hak" ta gde gide deli olur.                                                   

 Buna inamayan, bir veya bir kaç esmayı-izinsiz-olarak on bin yirmi bin defa çeksin. Bu dediklerimiz olur mu olmaz mı gözüyle  görsün.

Hakiki Şeyh, mürid mekre düşünce şeyhine huzur eder, çağı rır. Allahu Teâlâ lütfundan şeyhin vasıtası, vesilesi ile yardım eder kurtarır. Bazen şeyhin haberi olur, bir çok zamanda haberi olmaz Müzekki-n-Nüfus kitabında Eşrefoğlu Rumi Hz.'nin "Şeyhi olmaya nın şeyhi şeytandır" dediği budur. Tarikatta ki dersi şeyhsiz çeker şeytan kendisine müdahele eder, mekre düşer. Tıpkı Hadîs-i Kudsi' de:

Zeliha şerrindenYusuf (Aleyhisselâm)'u babası Yakûp(A-Aleyhds-selârn)'ın cama vurup "Ne yapıyorsun Yusuf! Dışarı çık!" diye

bağırdığı gibi olur. Zahirde Yakup (Aleyhıis-selâm)Yusuf (Aleyhis-selâm)'ı arıyor arıyor, bulamıyor. Maneviyatı ise Zeliha'nın şerrin­den kurtarıyor. Maneviyatta yaptığından zahirinin haberi yok. Ha- kiki bir şeyhte müridi mekirden kurtarır belki haberi olmaz. Mürid mekre düşünce Şeyhin kurtarmaması o müridin helakine, o tarika­tın lekelenmesine sebeb olur.

 Hiç tarikata girmeden  fazla ders çeken de aynı olur. Mekre ve şeytanın tuzağlna düşer. Şeyh hakiki şeyhse, mürid kendisine veri­len dersten fazla, kendi kafasından izinsiz ders çekiyorsa o da mek­re düşer.                           

 Kurân-ı Kerimin herhangi bir âyetini, dünyaca şu işim böyle 

olsun diye defalarca okumak o da mahzurludur. Okumak, Allahu . Teâlâ nzası için olur. Duada ne isteyeceksen istersin. Bazı kimseler kitapta okudum, şu esmayı şunun için şu kadar, çekersen şöyle si- falı imiş deyip çekmesi veya bir âyeti seksen-yüz sefer, dünyaca şu -y işim şöyle olsun diye okuması hem hatalı, hem de tehlikelidir. Mü-ridin veya mürid olmayanın mekre-sıkıntıya-düşmesine-sebeb olur.

    Şeyhin verdiği ders reçete, mürid hasta misali olup o reçeteyi uygulayan gibidir. O reçetenin dışına çıkan hastanın şifa bulmadığı gibi, Şeyhin verdiği dersin dışına çıkması müride de şeytanın müda hele etmesine sebeb  olur.

 

  1. Bilal Babanın cehaleti ve İslam’a hiyaneti (S.513)

 

         Bilal Babam Giresuna gitmezden evvel gençliğinde en iyi cins atı besler, at koşusu yapar, cirit oynardı. Çok cins iri bir kır atı vardı. Kişnemesi, koşması çok meşhurdu. Zamane de koşuda birin­ciliği almıştı.

Bilâl Babam, Kırkpınar köyüne başka atlılarla beraber gidiyor, atlardan iniyorlar. Bilâl Babamın atı yanındaki ata çifte (tekme) a-üyor, fakat o çifte Bilâl Babamın sırrına değiyor, iki eğesini kırıyor. Bilâl Batmam düşüyor, kendini tutuyorlar. O gece orda yatıyor. Sa­bahtan babama kendi atını değil de çok rahat ve sakin bir at getiri­yorlar:

-  Buna bin. Sen ancak, bu atın üstünde rahatça gidebilirsin, senin atını da başka birisi götürsün. Çünkü at çok haşeri (vahşi), çok kızgın başka atlara saldırıyor, diyorlar-. Bilâl Babam:                

- Benim atımı getirin, diyor. İki eğesi kırık o vaziyette kendi atına biniyor. Atlıların en önünde yine at koşusu yaparak bizim kö­ye geliyor. Çakmak köyünde, Bilâl Babamın müridi olan Ahmed E-•fendi bunu duyuyor. Dua ediyor;                                         

Ya Rabbi Onun belinin ve eğesinin ağrımasını o ağrının; (sancının) hepsini bana ver, diyor. Ahmed Efendinin beline bir ağrı giriyor, şişiyor, kızarıyor. Bilâl Babamın iki eğesi kırık ama hiç ağ-nmıyor. Bilâl Babam Ahmed Efendiyi görmeye gidiyor. Sırtını açıp bakıyor. Aynı Bilâl Babamın sırtındaki atın vurduğu yer, şişmiş. Ahmed Efendi bir zaman onun yarasını çekiyor ve iyi oluyor. Bilâl' Babam:                    

' - Bir insan; Ya Rabbi! Benim ömrümden al, filanın ömrüne ver, filanın hastalığını bana ver gibi eksik dua yapmasın. Allahü Teâlâ'nın yanında ömür de, sıhhat ve afiyet de çoktur.                 

- Ya Rabbi! Bunun başından bu hastalığı kaldır, şifa ver diye dua etmesi lazımdır, buyurdu.                                         

Ahmed Efendi, Bilâl Babamı çok fazla sevdiğinden "O'nun be­linin ağrısını bana ver." diyor. Hem sevdiğinden, hem hürmetinden  ama yine de "Ya Rabbi! Bunun hastalığını, ağrısını, sancısını kaldır kendisine sıhhat ve afiyet ver" diye dua etmesi lazımdır.

 

  1. Bilal Baba Hz. Musa iftira ile Cenab-ı Hakkı suçluyor. (S.325-326)

 

      Musa (Aleyhis-selâm) Allahu Teâlâ ile konuştuğunu söyledi, Musa (Aleyhis-selâm)'m kavmi itiraz ettiler:

- Beraber gidelim sen konuş biz de dinleyelim, dediler. Zama­nının aşiret reislerinden kırk tanesi beraberinde Turi Sina'ya geldi­ler. Allahu Teâlâ ile konuşmadan hepsi can verdi. Musa (Aleyhis-selâm) konuştu ve en sonunda geri döndü, inandınız mı diyecekti,  _ baktı ki hepsi can vermiş. Halbuki kendisinin Allahu Teâlâ ile ko­nuştuklarını dinleyince hepsinin müslüman olacağını zannediyor­du. Düşündüğünün aksi oldu. Musa (Aleyhis-selâm):

-  Ben bunlan buraya senin kelâmını dinletip müslüman et­mek için getirdim. Sen ise hepsini öldürdün. Bunların hepsi senin fitnen diye söyledi. Bu söyleme yalvarmadır. Bu yine nazladır. Şa­yet bunu, bu sözü bunların islah olması, düzelmesi dışında söyle­se, yapsa, kim olursa olsun küfre varır. Bu söz Allahu Teâlâ'nın hoşuna gitti. Çünkü bu sözleri Allahu Teâlâ'ya inancından kullara merhametinden dolayı söylemişti. Allahu Teâlâ buyurdu ki:

- Ya Musa!.Benimle konuşma selahiyetini, benim sözümü din­leme, anlama kabiliyetini ancak sana verdim. Sen bana sordunda mı huzuruma getirdin? Senden başka hiç bir kimse benim sözümü dinlemeye dayanamaz. Musa (Aleyhis-selâm):

-  Ben bunların- sahiplerine ne haber anlatacağım? Allahu Teâ­lâ:

-Sen dua et, ben onları diriltirim, diye buyurdu. Musa (Aley­his-selâm) dua etti. Allahu Teâlâ Hazretleri hepsini diriltti. Musa (Aleyhis-selâm):

- inandınız mı? Onlar:

- Neye! dediler. Musa (Aleyhis-selâm):

- Allahu Teâlâ ile konuştuğuma! Onlar:

- Sen bir sihir yaptın bizi uyuttun tekrar ayıktırdın. dediler, işte Musa (Aleyhis-selâm)!ın burada Allahu Teâlâ Hazretlerine

karşı-- söylediği söz de' naz iledir?

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ümmeti üzerine çok haristir. Çok merhametlidir. Her şeyde, her zaman ümmetinin affolmasını, bağışlanmasını ister. Bunun için Hz. Ebü Bekir (Radi-yallahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Hz. Osman (Radiyal-lahu anhuT. Hz. Ali (Radiallahu anhu)'nin bir  çok zaman bu ümmet üzerine duaları vardır. Bunların yüzde doksanı, doksan beşi  niyazladır. Arada nazla olanı da vardır.

 

 

  1.  Tasavvuf İslam adına bu batıl inançları kabul ettiği için bir ayrı din diyoruz. (S.534)

 

                  Davûd (Aleyhis-selâm) da atlar eğerleninceye kadar Zebur'u hatmederdi Musa (Aleyhisselâm) gece on fersahlık mesafedeki kara taşın üzerindeki kara karıncayı görürdü. İmam-1 A'zam bir gecenin içinde tecvidine kıraatına tam dikkat ederek Kurân-ı Keri-m'i on yedi defa hatmederdi Veysel Karanı Hz.'ne:

-  Gece sabaha kadar namaz kılıyorsun, yorulmuyor musun? dediler. Veysel Karam Hz.:

-  Rükû'da üç sefer "Sübhane Rabb'iyel azim" ve secde de üç sefer "Sübhane Rabb'iyel a'lâ" denilmesi lazım. Ben bunları. da yetiştiremiyorum. Hemen sabah oluyor, derdi Hz. Ali ibn-i Ebü Tâlib (Radiyaüahu anhu)'in bir üzengiye ayağını basıp diğer üzengiye ba­sana kadar Kur ân-ı Kerim'i hatmederdi İşte AllahuTeâlâ kısa zamanı uzatıyor. Bunlar Allahu Teâlâ'ya göre kolaydır.

 

  1. Bilal Baba isimleri geçen şahıslara ve Allah’a iftira ediyor. (S.552)   

 

 

Ümmet üzerine duaları vardır. Bunların yüzde doksanı, doksan beşi  niyazladır. Arada nazla olanı da vardır.           

 

 Hadîs-i de Allahu Teâlâ'nm: "Ey Habibim! Sen olmasa idin; yerleri, gökleri ve bütün mükevvenatı yaratmazdım" dedi­ğinden de anlaşılıyor ki bu sayılanların hepsi de Peygamberimiz (Sallallaha aleyhi vesellemj'in hürmetine yaratılıyor demektir.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Cebrail (Aleyhis-se-lâmj'e:

-  Yâ Cebrail! Sen bu vahyi nerden alıyorsun? Cebrail (Aleyhis-selâm):

- Sidre'tül-Müntehâ'da bir yeşil perde arkasından bana söyle­niyor, dedi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):

Bundan sonra gittiğinde o perdeyi kaldır, sana söyleyene bak, dedi Cebrail (Aleyhis-selâm), Sidretül-Münteha'da o yeşil per­deyi kaldırdı. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i gördü. Kendisine söyleyen O idi. Üç yüz altmış kanadını çırpıp var hızı ile dünyaya geldi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e:

-  Yâ Muhammedi Ben de hayret ettim. Vahyi, Allahu Teâlâ'-dan alıp bana söyleyen sensin. Burada benden alıp halka söyleyen de sensin, dedi.

 

 

  1. “Ben bunları babamdan duyduğum ve inandığım için yazıyorum.” Sapıklığı (S.552)

 

        Ben bu yazılarımda Bilâl Babamdan duyduğun ve kendi bildiğim her ne ise onu açık ve doğrusunu yazıyorum. Bazı meuzular var ki; bir çok insanların hausalasına sığmaz. Buna itiraz edenler ve konu hakkında fazla bilgileri olmdağıdından beni eleştirirler. Bunu yazmayım, herkesin kabul edeceği şekilde yazayım desem Peygamberimiz (SallaUahu aleyhi vesellem) hadls-i şerifinde: "Bildiğim söylemeyip saklayan ahraz şeytandandır." "Bildiğini söylemeyip  paklayan âlimin ağzına yann mahşerde ateşten gem vurulur."buyuruyor.

     Şu dünyanın hepsi tasdik etse veya birçok kimseler itiraz etse, bizce bir şeu değişmez. Yine de söyler ve yazarım.

 

  1. Bilal Baba kendisini ele veriyor ve zıvanadan çıkıyor. (S.563)

 

         

      Bilâl Babam:

-- Giresun halkı her sene Hıdırellez günü adaya giderdi Bir se­ne bende gitmek istedim. Bir motorlu, kayık ile adaya gittik. [Ada deyince kuşların çok bol olduğu bir yer. Denizdeki martı kuşlarının bir kısmı orada yatardı. Onların yavruları, yumurtaları ile çocuklar oynuyordu. Bilâl Babam bize kuşların yavruları ve yumurtaları ile oynamamamızı söyledi Kendisi de adada devamlı huzurda durdu. Akşam eve gelince Bilâl Babam:

- Sultan Süleyman (Aleyhis-selâm)'ın kuşları mahkeme ettiği­ni bülbülün hakkında karganın ve serçenin kötü, cezalandırıcı: ha­cı leyleğin iyi ifade verdiğini, bülbülün sonunda berat ettiğini kitap-kırda okur. Nasıl oluyor? diye acâib birine giderdi. Bu ilmi, Allahu Teâlâ bu adada bana nasip etti Kuşların içinde avam olanları var. Has olanları var, Has'ül-has olanları var. Evliyaların büyüğü, küçüğü olduğu gibi, kuşlardan da tam çalışan, az çalışan, hiç çalış­mayanları var. Hepsi kendi lisanı ile Allahu Teâlâ'y ı 'zikrediyorlar. Bunların hepsi ile konuştum, buyurdu. Halbuki kuşlar havada Bi­lâl Babam yerde idi Konuşma bu dille bu lisanla değil hal ile olur. Hal ise söylemekle anlaşılmaz. Demişler ki: "El ittihadü halün la yağbiru anhü bil makal" İttihat öyle bir haldir ki söylemekte anla­şılmaz. O da bir ittihat halıdır. Daha evvel Bilal Babam her zaman­ki bindiği binek atı ile konuştuğunu söylerdi Ama bu konuşma onun gibi değil, "Kuşların hepsi ile her çeşidi ile tam teferruatlı ola­rak hiç bir pürüz kalmaksızın konuştum," buyurdu.

 

  1. İşte bunlar gibi bütün mutasavvıflar İslam akidesini bozmak için Tasavvufu İslam’a yama yaptılar. (S.565)

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in mi'râc gecesinde önüne bir engel gelip orayı aşabilmek için yardıma ihtiyacı olduğu-    hu Hz. Pir Abdulkadir Geylani'nin maneviyatının o anda orada bu­lunup Peygamberimiz (Sallallallu aleyhi vesellemj'e boynunu eğdiği­ni Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellern) O'nun boynuna basıp o engeli aştığını daha evvel kitabımızda yazmıştık. Peygamberimiz ^ (Sallallahu aleyhi vesellemj Allahu Teâlâ'ya soruyor:

O engeli aşmak için bana bir .adam boynunu eğdi, onun boy-Inuna basıp engeli aştım. O kimdi yâ Rabbi? Cenâb-ı Hakk Teâlâ

Hz.:

-  O senin neslinden gelecek Abdulkadir kulundur.. Kıyamete kadar, çağıranlara çok seri yardımı yetişip kurtaracaktır. Sana onu -gözünle gösterebilmek ve seni müjdelemek için o engeli çıkarttım. Onun ruhaniyeti geldi, onun boynuna bastın, orayı aştın buyur- da

Burayı Bilâl Babamdan duymadım. Bilâl Babamdan duydum diyen bazı arkadaşlardan duydum, yazıyorum. Peygamberimiz (Sal­lallahu aleyhi vesellem): "O bana boynunu bastırdı, O'nun ayağıda , bütün evliyaların başının üstünde olsun," dedi. Hz. Pir kendi za­manında "Hazihi.kademeni külli veliyyuUah'' yani: benim bu aya-ğun bütün evliyaların başının (veya omuzunun) üstündedir, dedi. O zamanda yeryüzünde dörtyüz evliya vardı. Onların hepsine bu ses duyuldu. Hepsi boynunu eğdi Bir tek Şeyhi San'a eğmedi. Onun başından çofc büyük iptilâlar geçip Hz. Pir'in seri yardımı ile kıl pa-   . yı imanını kurtardı. (Bak. c.l, s.464j Peygamberimiz (Sallallahu a-leyhi vesellem) miraçtan geldikten sonra Hz. Pir'in bu kendisine o-lân yardımını-ümmetine anlattı. Ve O'nun ayağı bütün Evliyaların..-başının iLstündedir, buyurdu. Hz. Ali (Radiyallahıı anhuj:

-  - Ya Rasülütlah! Bütün evliyaların diyorsun, bunların içinde^ ben de dahil miyim? dedi                  

 

  1. Zincirlerle bağlanan kaya uçmaz uçar gibi durur. Dünyadaki bütün kütle sahipleri yer çekimine tabiidir. (S.572)

 

            Rasülullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, ayağını taş-tan alıp merdivene bastı ve:                                                 

- Dur ey taş! buyurdu. Taş durdu. Bastığı basamak, Rasulul lah (Sallallahu. aleyhi vesellem) Efendimizi alıp yerine yükseldi, Sonra öbür basamak eğilip geldi; Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve-' sellem) Efendimizi aldı yerine yükseldi Sonra üstündeki basamak 'eğilip geldi; Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi alıp yerine yükseldi Sonra onun üstündeki basamak eğilip geldi; Rasû­lullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi alıp yerine yükseldi Taa, semaya varıncaya kadar, Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesel­lem) Efendimiz bu şekilde yükseldi

Cennât-ı âliyatın köşk ve saraylarının derece-i halleri hu ba-samaklafdaki durum gibidir.

 O taş, Rasûlullah, (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin:

- Dur! Emr-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şuan­da dahi o taş öylece boşlukta durur. (O taşa şimdi -Muallak'Taş-derler.) Onu, görüp ibret almak gerekir.

 

         

  1. Beyzıd-i Bestami’nin Cenabı Hak’la karşılıklı konuşması hurafesi (S.744) 

 

             Bayazıd-ı Bestami Hz.'nin kalb âleminde Allahu Teâlâ ile ko- nusması vardır. Bayazıd-ı Bestami Hz.:

-  Yâ Rabb'i! Senin f azlinin kereminin bolluğunu, merhameti­nin çokluğunu, affedicitiğinin nihayetsizliğini, az amelle çok mükâ­fat vereceğini, kullara tam anlatsam kimse sana nafile ibadet yap­maz; "Allalnı Teâlâ bu kadar bol sevap verdikten sonra fazla ibadete lüzum yok." derler, dedi Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz. Bayazıd-ı Bestami Hz.'ne:

- Bende halka ve'millete daima senin iyi tarafını gösteriyorum. Millet üzerine akın ediyor. Senin kendine de kabahatli ve kötü ta-   . rafını gösteriyorum. Sen de tevbe, istiğfar ve af dileyip yükseliyor-sun. Eğer halka kötü tarafını göstersem kimse senin yanına gelmez. Sana da iyi tarafını göstersem nefsin kâbarır, sana büyük- lük gelir, çabuk mahvolur, gadabırna uğrarsın, buyurdu. Bayazıd-ı Bestami Hz., Allahu Teâlâ'ya:                                                        

-  Yâ Rabb'i! Ne sen benimkini söyle, ne de ben seninkini soy- leyeyirn der.

Bu konuşmanın manası da çok derindir. Bir insan kendi ken­dinin kabahatini bilip düşünse, düşündükçe, inceledüıçe, ilerler. Allahu Teâlâ'nın kullara karşı ihsanını, yapağı iyilikleri, mükâfat­ları saymakla bitmez. Meselâ:

- Bir insanın bir eli olmasa yüz milyonlarca milyonlarca para verse o eli Allahu Teâlâ'nın yarattığı gibi yapamaz. İnsanın her aza sında sıhhat, akıl ilim ve maneviyat bakımından Allahu Teâlâ'nu insanlara verdiği nimetlerini düşündükçe manaları çok derinlere varır.