Sual: Hep Allahtan korku içinde mi yaşamak gerekir?
Kendini garanti Cennetlik bilmek gibi, kendini mutlaka Cehennemlik bilmek de çok tehlîkelidir. Allahü teâlâdan korkmalı ve rahmetinden ümidi kesmemeli, yanî beyn-el-havfi ver-recâ [korku ve ümit arasında] olmalıdır. Havf, Allahü teâlâdan korkmak, recâ, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemektir. Sebebine yapışmadan birşey beklemeye temennî, sebebine yapıştıktan sonra, beklemeye recâ denir. Temennî, insanı tembelliğe, recâ ise, çalışmaya sevkeder. Hadîs-i şerîfte, (Din işleri temennî ile doğru olmaz) buyuruldu.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabanî otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilâçlamalarını da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsûlü çeşitli âfetlerden korursa, bu beklemeye ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilâçlı mücâdelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarladan iyi mahsûl almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkânsız olmadığı için, buna temennî denir.
Bunun gibi, doğru îmân tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlâk dikenlerinden temizlerse, ibâdet suyu ile îmân ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü âfetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, yanî vazîfesini zamanında yaparsa, buna ümit denir. Ümitten muhabbet doğar. Muhabbet makâmından yüksek makâm yoktur. Îmân tohumu doğru olduğu hâlde, kötü ahlâktan temizlenmez ve ibâdet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.) [Tirmizî]
Demek ki, bütün sebeplere yapıştıktan sonra
netîceyi beklemek ümit olur. O hâlde ihlâsla tevbe eden, kabûl edildiğini ümit
etmelidir. Tevbe etmediği hâlde günâhına üzülürse, üzülmesi tevbeye sebep olur.
Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek büyük ahmaklıktır. Sâlih amel işlemeden,
büyüklerin kavuştukları dereceyi ümit etmek de akılsızlık olur.
Her ibâdet eden, Cennetlik olmadığı gibi, her günâhkâr da Cehennemlik değildir.
Cenâb-ı Hakkın gazabı düşünülerek ibâdetlere güvenmemeli, af ve mağfireti de
düşünülerek rahmetinden ümit kesmemelidir!
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allahü teâlâ, bütün günâhları affeder.) [Zümer 53]
Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum, göklere ulaşacak günâh işlese; fakat rahmetimden ümidini kesmeyip, mağfiret dilerse, affederim.) [Tirmizî]
Ümit, korkudan çok olmalıdır: Allahü teâlânın kendisini affedeceğini zannedenin, ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyârlarda recânın daha fazla olması lâzımdır. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız havf câiz değildir. Birincisi emîn olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Yukarıdaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf de recânın, ümidin fazla olması lâzım geldiğini göstermektedir.
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
Kıyâmette kurtuluşa erenler, Allaha ve Resûlüne itâ’at edip Allahtan korkan ve sakınanlardır.) [Nûr 52]
(İşlediklerinin cezâsı olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe 82]
(Allah katında en kıymetliniz, ondan çok korkup sakınanınızdır.) [Hucurât 13]
Mü’minûn sûresinin, (Rablerinin huzûruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) meâlindeki 60. âyet-i kerîmesindeki kimselerin hırsız mı, zânî mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bunlar, namaz, oruç ve zekât gibi ibâdetlerini yerine getirdikleri hâlde “acaba ibâdetlerimiz kabûl olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizî]
Bu âyet-i kerîmeler de, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermektedir. Ümidi ve korkuyu bildiren nasslar birlikte incelenince, mü’minin, havf ve recâ arasında olması gerektiği anlaşılır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Havf ve recâ [korku ile ümit] arasında bulunan mü’min, umduğuna kavuşur, korktuğundan emîn olur.) [Tirmizî]
Yanî Allahü teâlânın azâbından korkarak, rahmetinden de ümidini kesmiyerek, harâmlardan kaçıp ibâdelerini yapmaya çalışan mü’min Cennete gider.
Allah korkusunun önemi
Allahtan korkmalı, ona karşı kötü zanda bulunmamalıdır. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki:
(Allahtan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkunuz) [A.İmrân 102]
(Sizden öncekilere de, size de Allahtan korkmanızı tavsiye ettik.) [Nisâ 131]
(Kötü zanda bulunduğunuz için helâke mahkûm kavim oldunuz.) [Feth 12]
(Rabbinize olan [ümitsizliğiniz, kötü] zannınız sizi helâk etti.) [Fussilet 23]
Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
(Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez.) [Nesâî]
(Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Buhârî]
(Cenâb-ı Hak, yemîn ile buyuruyor ki: “Dünyada benden korkarak ağlayan hiç kimse yoktur ki, onu Cennette ebedî güldürmüş olmayayım!”) [Beyhekî]
(Allah korkusu ile, kalbi ürperenin, ağaçtan yaprak dökülür gibi, günâhları dökülür.) [Beyhekî]
(Günâhlarını hatırlayıp ağlıyan, hesâb görmeden Cennete girer.) [İ.Gazâlî]
(Allahtan hakkıyle korksaydınız, cehilsiz ilme kavuşurdunuz.) [İbni Sünnî]
(Allahü teâlânın korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberânî]
İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allahı en çok sevenler, Allahtan en çok korkanlardır. Keza Allahü teâlâyı en iyi tanıyanlar da O’ndan en çok korkanlardır. Allahtan korkup günâhtan sakınan kimselere müttekî denir. Müttekîler hakkında çok müjdeler vardır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Müttekîlerin hepsi hesâbsız Cennete girer.) [Taberânî]
Allah korksunun sebebi, ilim ve mârifettir. İlim ve mârifet sahipleri, kendi ayıplarını, günâhlarını ve ibâdetteki kusûrlarını görerek, bunun yanında Allahü teâlânın kendisine verdiği sayısız nimetleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar.
Bu kimsenin hâli şuna benzer. Bir pâdişâh bir kimseye iltifât ederek sayısız yardım ve ihsânlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimse de, pâdişâhın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyânet etse, bunu da pâdişâhın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer.
Korkunun dereceleri vardır:
İnsanın kendisini arzûlardan men etmesine iffet,
harâmlardan men etmesine verâ,
şüphelilerden men etmesine takvâ denir.
Allaha yaklaşmaya mâni olan her şeyden men etmesine ise sıdk denir. Böyle kimselere de sıddîk denir.
Bir kimse Cehennemden, gaflete düşüp kalbinin kararacağından, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp âhıreti unutacağından, bütün kusûr ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil olacağından korkar. En büyük korku da îmânsız gitme korkusudur. Çünkü Allahü teâlâdan celâl sıfatı sebebiyle korkmak, günâhı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günâhı sebebi ile korkan kimse, günâh işlemeyi bırakınca, (Günâhları bıraktığıma göre, artık Allahtan niçin korkayım) diye düşünebilir. Bu bakımdan Allahü teâlâdan, Celâl sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür.
Cenâb-ı Hak, Dâvüd aleyhisselâma, (Kükremiş arslandan nasıl korkuyorsan, benden de öyle kork) buyurdu. Çünkü arslan, senden korkmaz, öldürmemek için bir sebep aramaz. Öldürmek isteyince de seni bir suçundan dolayı öldürmez. Allahü teâlâyı da böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
Hazret-i Ebûd-derdâ buyuruyor ki: Hiç kimse, ölüm zamanında îmânının geri alınmıyacağından emîn olmaz. Sıddîklar kötü âkıbetten çok korkarlar. Süfyân-i Sevrî’yi ağlarken gördüler. (Allahın affı, senin günâhından büyük olduğunu bilmez misin) dediler. (Îmânla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günâhım olsa yine korkmam) buyurdu. Mürid, günâh işlemekten, ârif ise küfre düşmekten korkar.
İlim ve mârifetten korku hâsıl olur. Korkudan ise, zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlâs ve bunlardan da muhabbet hâsıl olur. Muhabbet makâmı çok üstündür. Mârifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Mârifetten âciz olan ise, mârifet sahipleri ile sohbet etmeli, gâfillerden uzak durmalıdır.
Allahtan korkan, O’nun emîr ve yasaklarına riâyet eder. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Kendine edilen kötülüğe sabreder. Kusûrlarına tevbe eder. Çalışırken, alış-veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. İlim ve ahlâk sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kimseyi çekiştirmez, kimseye sert davranmaz. Malı ve mevkîyi herkese iyilik etmek için ister. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünür, hiç kötülük etmez. Kısaca, Allahtan korkan, herkese faydalı olur.
Allah korkusu faydalıdır
İbâdet yapmamak, günâhlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yanî kâfir olur. Ebedî Cehennemde kalır. Günâhların hepsi Allahın emrini yapmamak olduğundan büyüktür.
Hadîs-i şerîfte, (Çok küçük bir günâhtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Tevbe edilmiyen günâhların cezâsı verilirse, bu cezâya katlanmak çok zordur. İnsan, kendi âcizliğini düşünerek, Allahü teâlânın azâbının çok çetin ve şiddetli olduğunu iyi bilmelidir. Kişi, dünyada hiçbir şeyine güvenmemelidir! Ne ilmine, ne ibâdetine, ne soyunun yüce olmasına, hâsılı hiçbir fazîletine güvenmemelidir!
Allahü teâlânın gazabı günâhlar içinde saklıdır.
Bir günâh yüzünden büyük azâba mâruz bırakabilir. Yıllarca ibâdet eden makbûl
bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir.
Yüz bin yıl ibâdet eden İblis, kibrederek, Âdem aleyhisselâma doğru secde
etmediği için, sonsuz olarak la’netlik oldu. Allahü teâlâ, yüzbin yıllık
ibâdetini yüzüne çarptı.
Allahü teâlâ, bir zelle yüzünden Âdem aleyhisselâmı Cennetten çıkardı. Hz. Âdem
yıllarca felâketlere mâruz kaldı. [Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak
demektir. Peygamberler asla günâh işlemez.]
Âdem aleyhisselâmın oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü için ebedî Cehennemlik oldu.
Nûh aleyhisselâm, ufak bir söz yüzünden Allahü teâlânın sert hitâbına mâruz kaldı. Utancından kırk yıl, başı eğik gezdi.
Allahın dostu İbrâhim aleyhisselâm da bir zellesi yüzünden uzun müddet ağladı. Cebrâil aleyhisselâm gelip dedi ki:
- Niçin bu kadar ağlıyorsun? Sen Allahın
dostusun. Hiç dost, dostunu cezâlandırır mı?
İbrâhim aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
- Yaptığımı düşünürken dostluk hatırıma gelmiyor. Yûnüs aleyhisselâm, zelle sayılacak bir hareketinden dolayı, Allahü teâlâ onu deniz altında kırk gün balığın karnında hapsetmiştir.
Dâvüd aleyhisselâm da bir zelle yüzünden o kadar ağladı ki, gözyaşlarından otlar bitti. Allahü teâlâya duâ ederken dedi ki:
- Yâ Rabbî, gözyaşımı görüyorsun. Cenâb-ı Hakkın cevâbı şöyle oldu:
- Ey Dâvüd, yaptığını unutuyor, gözyaşlarını hatırlıyorsun.
Dâvüd aleyhisselâm, kırk sene daha ağlamıştır.
Her duâsı makbûl, âlim ve evliyâdan bir zât olan Bel’âm-ı Bâûrâ, Mûsâ aleyhisselâma bedduâ ettiği için kâfir oldu. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Kur’ân-ı kerîmde, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetildi. (A’râf 176)
Çok zengin olan Kârûn, zekât vermediği için malı ile helâk oldu. O hâlde, her günâhtan kaçmaya çalışmalıdır. Günâh işleyince de, ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tevbe etmelidir. Peygamber efendimiz, (Yâ Rabbî, gazabından rızâna, azâbından affına, senden sana sığınırım) diye duâ ederdi. (Hâkim)
Kişi, bilmediği şeyi sevmez ve ondan korkmaz. Allahı çok seven ve O’nu iyi tanıyan, Allahtan çok korkar. Allahı en iyi tanıyan da Peygamber efendimiz olduğuna göre, Allahı en çok seven ve en çok korkan da elbette Odur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (İçinizde Allahtan en çok korkan benim.) [Buhârî]
Peygamberlerden sonra Allahı en iyi tanıyan, onların vârisi olan âlimler ve onlara yakın olanlardır. Kur’ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
(Allahtan, kulları içinde, ancak âlimler [gereği gibi] korkar.) [Fâtır 28]
Allahtan korkmak, bir zâlimden korkmak gibi sanılmasın! Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur. Âşıkların mâşuklarına karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beytleri az değildir. Mâşukunu kendinden pek yüksek bilen bir âşık, kendini o sevgiye lâyık görmiyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır. Âşık mâşukunun sevgisini kaybetmekten korktuğu gibi, ilmi ve aklı çok olan da Allahtan korkar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: (Aklın çokluğu, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur.) [İ.Muhber]