Rûh, insanın,
mahiyetini kavrayamadığı; fakat aksiyomatik olarak farkında olduğu bir
varlıktır. Rûh denince, hayatın kaynağı akla gelir[1],
canlılık akla gelir. Kur'ân'a Rûh denirken[2],
onun, bakımsız, ihmal edilmiş, manevî gıdasını alamamış, porsumuş, güçsüz
kalmış ruhları, yeniden sıhhatli hayatına döndürecek bir fonksiyon icra ettiğini
düşünmemiz isteniyor olabilir.
Kur'ân, insanların
manevî ve ahlakî cephelerine sunduğu, hayat bahşeden ilkeleri, öğütleri ve
tavsiyeleriyle adeta hayat veren bir ruhtur. Nitekim Kur'ân, hayat veren, canlılık
veren bu özelliği ile, kısa süre içinde kabile anlayışı çerçevesinde bir hayat
süren, ahlaken aşağı seviyelerde bulunan Arap Toplumu'ndan, büyük bir medeniyetin
mimarlarını yetiştirmiştir. Kur'ân'ın ilk muhataplarına ve onların
takipçilerine aşk, şevk ve canlılık veren, rûh veren İlahî Kelâm'dı. Çünkü o
Rûh'tu. Hem de Allah'ın emrinden bir Rûh[3].